Reklamı Kapat
İhsan YALÇINKAYA

İhsan YALÇINKAYA

TÖREK

Babasına Apı derlerdi. Topal Abdullahlardandı. Anne tarafı Keltepe’de Daylaklar sülalesi olarak anılırdı. Hacı Dede Varol’un eski evinin yerinde küçük bir mahzende kalırlardı.

Bizim oralarda sitemli sözlerin başında “boyu devrilesice”, “kara vurgundan gidesice”, “töremeyesice” çokça kullanılırdı. Törek, daha yeni dillenirken anasının sıkça kullandığı töremeyesice kelimesini telaffuz edemez; kısaca “törek” derdi. Köylüler, bu kelimeyi Törek’e tekrar tekrar söyletir; gülerlerdi. Gel zaman git zaman bu kelime onun lakabı oldu. Her ne kadar kendisine İsmail ismi verilse de Törek adı ona yapışıp kaldı.

 Apı, ölümüne yakın zamanda Öteyüz mevkisinde bulunan tarlalarını yakın akrabalarına sattı. Vefatından sonra hanımı evlenerek Karabudak köyüne gitti. Ablası Happa’yla birlikte çaresiz kalan Törek’in kader çizgisi de böylece şekillenmiş oldu.

Törek’in yüzünde çilelerin her türlü izi vardı. Benzi çoğu zaman soluktu. Gözleri çekikti.  Dudakları ince, alnı çizgili, kulakları ufacıktı. Çenesinin ucu gamzeli, burnu kavisliydi. Kol ve bacakları kısa, parmakları bodurdu. Omuzları hep düşüktü. Nefes darlığı her hâline yansırdı. Sürekli öksürerek soluğunu açmaya çalışırdı. Kasketiyle şalvarı onun ayrılmaz birer parçasıydı.

Bazen bedenini, ruhunu inzivaya çekip ansızın bir sessizliğe bürünür; kimi zaman da kabına sığmaz bir tavır takınırdı. Saman alevi gibi yanıp sönerdi. Sinirlenince gözleri kocaman olur; simasının kızarıklığı alnına, yanaklarına hatta gırtlağına kadar iner; elleri titrer, damarları sayılacak kadar gözükürdü.

Babasıyla aynı yazgıyı göğüsleyen Törek, Pazarören nahiyesindeki Sarı Müdür’ün dam yeri olarak verdiği Aslanbeyli’deki küçücük evinde tek başına yaşardı. Evi bizim eski eve huduttu. Yeni evimiz yapılırken sınır neredeyse Törek’in kapısının önüne kadar yaklaşmıştı. Temel kazılırken “Evimin ışığını kapatıyorsunuz!” diye itiraz etti. Odasında ileri geri yürüyüp, bağırıp çağırarak “Ulan Hallo, eşiğime kadar geldin. Şimdiye kadar uşakları ve  Döndü’ yü sayıyordum. Artık o da bitti. Yarın jandarmayı buraya yığmazsam ben de gavur olayım!” deyip ertesi gün soluğu karakolda aldı…

 Yaz kış demeden Avşar’ın oğlu Hasan’ın, Hacı Ali Kahraman’ın, Kadir Ağa’nın  ve işi olan kimselerin kapısında çalıştı. Odun yardı, dam kürüdü, taş taşıdı. Kendisine emanet edilen hayvanlara itina ile baktı. Tezek topladı, tarla belledi, düvensürdü. Emeğini hiç esirgemedi. Ömrünün çoğunu çobanlıkla geçirdi.

Bizim köylerde her sürünün çobanı ayrı olurdu. İneği ve tosunları sığır çobanı; buzağı, eşek ve sıpaları dana çobanı; koyun, keçi ve koçları davar çobanı; oğlak ve kuzuları ise kuzu çobanı otlatırdı.

Hayvan sayısı fazlaysa iki çoban tutulur, mal sahipleri çobanların birbirleriyle kafa dengi olmasına dikkat ederdi. Törek, köye kuzu çobanı durdu. Çöllo emmiyi de yanına aldı. Koca Kadir’in evinde bir süre kaldıktan sonra,  yayla evlerinin yukarısındaki kayaların dibinde bir çörtene yerleşti. Veli emminin hanımı rahmetli Emine teyze, Törek’in hâllerini dizelere döktü: “Çöllo ile çoban durmuş / Bilmiyon mu ahlakını / Garer kızını vermezse / Seçek onun oğlağını…”

Garer teyze kızını Törek’e vermese de, Törek, oğlakları sürüden çıkarmaya cesaret edemedi. Sarı sıcakta kuzu çobanlığı yaparken suratı kavrulmuş, elleri kavlamış, dert ettiği dudağı ise tamamen çatlamıştı. “Bire durma oyna Törek / Kabul olacak adağın / Şu kuzudan çıkıncağız / İyi olur m’ola dudağın” dizeleri,  onun en çok arzu ettiği güzel görünme temennisinin dile getirilişiydi.

Köyün kuzu çobanlığını bıraktıktan sonraaynı köydenGici Duran’ın kuzularına çoban durdu. Kuzu güttüğü mal sahibi değişince Törek’e söylenen mısraların muhtevası da değişti: “İyi gütsene kuzuyu / Duran Ağa’n darılıyor  / Meşeliğe vardım idi / Davul zurna çalınıyor” mısralarıonun çobanlıkla ilgili en manidar tarifi oldu.

 O sene kıtlıktan, kuraklıktan canı sıkılan Törek; ağaca, taşa, tenekeye değnek vurup tepik salladı. “Gayrı yağmur da yağmıyor / Külhan oldu şu yazılar / Tenekeye vuruncağız / Cinni oluyor kuzular” dörtlüğü Törek’in asabileşmesinin ifadesiydi.

Aslanbeyli’nin yaylası Kuyucak’ta orman bekçiliği yaparken “Güttüğü bir keçi, ıslığı dağı taşı deliyor.” diye ona latife yapanlar, seksenlik nine Eşe bibinin  de içine katıldığı: “Ormana bekçi durmuş da / Kuş kondurmuyor meşeye / Hiç kimseyi bulamasa / Laf atar Çiçi Eşe’ye” sözleri, Törek’in bekçiliği için söylenmiş en debdebeli kinayelerden biriydi.

 Dilini sürekli dudağına götürdüğü için köylüler ona “Yalama” lakabını taktı. Sadece Aslanbeyli’de değil bütün civar köylerde bu takma ad ile tanınır oldu. Emine bibi: “Yalama yaylaya göçmüş / Haçça düzle kar dağını / Yardım edeyim dedim de / Ben de kırdım bardağını” diye başladığı deyişine  “Beline tabanca takmış / Törek havada uçuyor / Kayalara palaz serdim / Oğlan nereye kaçıyor” dizelerini ekleyerek Törek’in huysuzluğunu, çılgınlığını, ele avuca sığmazlığını dile getirdi.

Törek’in evi laf severlerin uğrak yeriydi. Aslanbeyli’de Törek’e konuk olan kişiler sürekli değişirdi. Köyün gençleri, yaşlıları, çocukları kısaca herkes Törek’e misafir olur; çirkinliğin içinden güzeli bulup çıkarmaya çalışır gözükürlerdi. Hacı Köse, Köker, Dikçe, Sırkıntı; Törek’in müdavimlerindendi. Muhabbetleri esnasında biri keser, biri küllerdi.

 Törek, insanları çekiştirenleri; insanların arkasından el, kaş, göz işaretleriyle alay edenleri bir çırpıda defterinden silerdi. “Kötü lafı büyütmeyeceksin, laf da etmeyeceksin.” Törek’in en önemsediği ve prensip edindiği sözlerden biriydi.

Aslanbeyli’ye yolu düşen, her seciyeye sahip  insan Törek’i ziyaret etmeden köyden  ayrılmazdı. Şeytan Ali,  Kör Gazi, Âşığın Oğlu gibi yörede ün salmış eşkıyaların Törek’in evine gelip gittikleri söylenirdi. Törek, Pazarören’in başçavuşuna bunu inkâr etse de topluluk içerisinde o gruptan olduğunu zaman zaman da o ekiple gezdiğini ima ve ikrar etmekten geri kalmazdı.

Cesurluk kisvesine bürünen Törek’in Meryem teyzenin ipini tahra ile doğrayarak kolculuğa özendiği: “Örtlekten aldım şeleği / Belime battı budağı / Orman memuru mu oldun / Behey yalama dudağı”sözleriyle dile getirilirdi.

Törek; yazın çapa yapan, mercimek yolan, pancar sökenlerin başında çavuşluk ederdi. Canı sıkıldığında yevmiyecilerin altındaki minderleri alır yakar, ot yığınlarını dağıtır, yonca sulayanların suyunu keserdi. Türkü söylerken aniden sinirlenip havaya tüfekle ateş ederek işlerini aksattıkları bahanesiyle yevmiyecileri korkuturdu.  

Törek’in Pınarbaşı’dan gaz getirtip kendi evini ateşe vererek “Evimi yaktı!” diye Muhtar Mustafa Dursun’u şikâyet ettiğini ahalide bilmeyen yoktu. Muhtar, bu fetbazlığı Törek’e nasıl ödeteceğinin hesabını yaptı. Törek, Kayseri Devlet Hastanesinde yatarken ona hediye götürdüğü kese kâğıdının üstüne elma, portakal; altına da soğan, sarımsak kabuğu koyarak ondan intikamını aldı.

 Muhtar hastaneden ayrıldıktan sonra diğer hastalara meyve ikram ederken olayın farkına varan Törek, cama çıkıp ağzına geleni söylemek istese de muhtar hastaneyi çoktan terk etmişti. Muhtarın Törek’i lokantaya davet edip sonra da hesabı Törek’e ödetmesini Törek henüz unutamamışken bu sefer de hastanede kandırılma olayıyla karşı karşıya kalan Törek’in bağırışları hastanenin koridoruna, avlusuna; karşı binaların duvarına, camına kadar uzandı.

Karaşıhlı’da  saçı uzun olanlara “kuyruklu” derlerdi. Makbuz bibi ile Elif gelinbacının da saçları uzundu. Her ikisi de köyde lafı dinlenen kadınlardı.  Önemli günlerde yemek yaparlar; oğlan evlendiren, kız çıkaranlara akıl verirlerdi. Törek’i, evlendirmek için Kurtlar köyünden bir kız bitireceklerine dair ona söz verdiler. Törek’e çay, şeker, lokum, leblebi aldırıp “Üç beş gün sonra dünür gideceğiz.” diyerek onu oyaladılar. Dünürcüler, Törek’e aldırdıklarının yarısını yiyip yarısını da eşe dosta dağıttılar. Bu olayın ardından çok üzülüp evlilik umudunu kesen Törek’e Çukurova yolları gözükürken geriye onun için söylenen manalı dizeler kaldı: “Kuyruklular dünür gider / Evericiler bekârı / Onlar sana kız bitirmez / Boşa yedirdin şekeri”

Törek, Halit Hoca’nın külüstür arabasını kiraladı. Musa Afşar ile Koca Derviş’in kardeşi Naci’yi yanına alıp evlenmek maksadıyla Adana’ya giderken mola verdikleri Pınarbaşı’da yanına yaklaşan bir yabancıya Şirvan Dağı’nı gösterip “Yedi sene delikten şu dağa baktım.” diyerek uzun süre cezaevinde yatmasıyla övündü.  Kavlaklı Göv Sıhhiye’nin evini soyduğu iddialarıyla ilgili cezaevine girip burada çok az bir süre yatan Törek, bu konuya hiç değinmeden yaralama ve adam dövme suçundan hapse girdiğini bire bin katıp böbürlenerek anlattı.

Törek; Adana’dan Kahramanmaraş’a, Gaziantep’ten Kilis’e kadar gezmedik köy, çalmadık kapı bırakmadı. Görücüye giderken kendisine alınan elbiseler ya bol ya da dar geldi. Seyahatleri Barak Ovası’na kadar uzandı. Barak köylerinde misafir olduğu evlerde “Ütü tutsun, dığrak gezeyim.” diyerek pantolonunu yatağın altına koydu. Tirendaz görünmeye çok hevesliydi. Gezip gördüğü yerlerde binbir çeşit hikâyeler dinleyen Törek, veciz sözleri kalbinde saklamayı sır saymanın dışında eli boş olarak tekrar  kendi köyüne döndü.

Törek, köylerde bohçacılık da yapardı. Kilis’ten kaçak çay; çatal, bıçak,  bardak takımı getirir; evine her gelenin önüne bıkmadan usanmadan sergi açar, satışa sunduğu malzemeleri öve öve bitiremezdi. Evine kim gelirse gelsin hoşnut olur; gelenleri çaysız, çorbasız göndermezdi. Cebinde olan üç beş kuruşu da isteyene değil istediğine borç verirdi. Komşuların kendisine getirdiği bisküvileri saklar, hazzetmediği kişiler evden ayrıldıktan sonra kalanlara ikram ederdi. Çok sevdiği insanların resmini alır; kapısının hemen girişindeki geyikli duvar halısının yanındaki bez albüme toplu iğne ile tutturur ya da zamk ile yapıştırırdı.

 Kimseye muhtaç olmamayı onur sayardı. Sarı’nın damının başında volta atıpsüpürge çöpüyle dişlerini kurcalarken “Ne yedin?” diye soranlara “Tereyağı, bal ve kavurma yedim.” diye cevap verir, daha da detaya girenlere  “Aç gezin, tok sallanın.” sözleriyle verdiği öğüt, aslında kendisinin mahcupluktan kurtulma usulünün bir özetiydi.

Törek, hoşuna gitmeyen insanları sürekli sohbetin dışına atardı. O kişilerle arkasını dönerek konuşmayı yeğler, kendine has yan bakışını ve iğneleyici yüz ifadesini engelleyemezdi.

 Tek gözlü odasında teneke sobası hep kuruluydu. Evlenip barklanıp ocağı tütmese de sobasından çıkan duman yaz kış hiç eksik olmazdı. Toprak damın loğu, uç uca eklenen tenekelerden yapılmış bacanın kenarında dururdu. Örtmesinde idare yanar, akşamları küçücük penceresinden sızan yedi numara gaz lambasının cılız ışığı dışarıya sızdığında onun evde olduğu fark edilirdi.

Ağzından sigarası hiç düşmezdi. Birisi sigara ikram ederse onu da alıp kulak arkası yapardı. Törek’e sigara vermek istemeyen çoğu kişi, Çotun oğlu Osman’ın  “Törek, bir sigara versene!” diyerek Törek’in kendisinden sigara istemesinin önüne geçmeye çalışma metodunu kullanırdı.

 Hacı Köse ile Köker’in köyün bekârları için yazdığı “… Bizim köyde deli Törek / Mevla’m buna bir yâr gerek / Ona da pişirsin çörek / O da mevcut bekâr gardaş…” dizeleri Törek’in medeni hâlinin en yalın tarifiydi. Bunu duyan Törek heyecana gelir, aheste aheste “Dam başında sığırcık / Yâr saçların kıvırcık…” türküsünü mırıldanır dururdu.

Törek düğünlerde mihmandarlık ederdi. Perşembe günü bayrak kaldırılıp pazar günü eve gelin ininceye kadarki sürede misafirleri karşılamak, ağırlamak, uğurlamak işleri başta olmak üzere hâkimiyet her alanda Törek’in elinde olurdu.

 Düğün evinde şeker, helva, çarşı ekmeği, kabuklu fıstık, külek pekmezi gibi daha hangi yiyecek varsa bir odaya kilitlenir; odanın anahtarı en güvenilir kişi olarak Törek’e verilirdi. Törek, bunların hiçbirine tenezzül etmez; kendisine tevdi edilen görevi ar kabul eder, sorumluluğundan zerre kadar ödün vermezdi.

“Hey gidi o güzel günler / Onsuz olmazdı düğünler / Bağrına basardı canlar / Şen şakraktı Törek emmi…” Törek, düğünlerde oyun çıkarır; düğünü cazip hâle getirirdi. Deve oyununda başrolü oynar; başına yağlık, sarı keten bağlayıp üzerine fistan giyerek oyunları şenlendirirdi. “Galice Potinli Gelin”, “Serçe”, “Dam Başında Dirgenlik” türkülerini oyunun içine katarak kadınları, kızları, çocukları, gençleri gülmekten kırar geçirirdi.

 Göde Ahmet’in zevcesi vefat ettiğinde sana hanım getirdik diye Törek’i süsleyip püsleyip kadın kılığına büründürenlerin yârenliği kısa sürmüş, Göde Ahmet’in “Kemal’ime cici ana getirdim.” hayali yarıda kalmış, hatıratın izleri ise köylülerin hafızasında unutulmazlar arasında yerini almıştır.

Bacısı Happa, Törek’in dünyadaki tek yakınıydı. Happa bibi birkaç haftada bir Kayseri’den gelip Törek’in evini süpürür; çerini, çeperini temizler; yatağını, minderini dışarı atar; donunu, köyneğini yıkardı. Ayrıca yeğeni Mehmet Ali hafta sonlarında Kayseri’den ziyaretine gelir, fırsat buldukça gençlerle ayak topu  oynar, Törek’in evini şenlendirirdi.

Seyfi emminin hanımı Elif gelinbacı Kayseri’den getirttiği orlonla, Törek’in kazağını, yeleğini örerdi. Törek, üzerine bol geleni Kara Oçuk’a verirdi. Yeğeni Kara Şerife, kapısını en çok çalıp ekmek, yemek getirenlerdendi. Çoğu zaman Yusuf emminin hanımı Döndü teyze de kalburun içinde Törek’e yemek getirir, onu evde bulamazsa “Bunu Törek’e verin.” diyerek yan komşulardan kapısı açık olan birinin evine yemeği bırakır giderdi. Döndü teyzenin kendisi gelemezse oğulları Yüksel, Yücel ya da kızlarının biriyle Törek’e yemek gönderirdi.

Törek, ayran gönüllüydü. Karacaoğlan gibi gördüğüne sevdalanırdı. Derdini çok az kişiyle paylaşır, onların köyün dört bir yanına laf dağıtacağını da inceden inceye bilirdi.

“Bir meseleye darıldım.” diyerek eşeğine binip mitilini alarak Alagazili köyüne küskün gitti. Uzun süre Esvender’in evinde kaldı. Gurk Halil’in evini mesken tuttu. “Evine dön!” diye köyden gelen ara buluculara “Bir Törek, bir eşek, bir döşek  Aslanbeyli’ ye sığmadı!” sözleriyle duygu yüklü yakınmasını karşılaştığı herkese ifşa etti.

 Hatice abla ile Çete emmiye haberci gönderip yalvararak onları Alagazili’ye davet etti. Köydeki evine gitmek istediğini söyledi. Onlar da bir akşamüstü pılını pırtısını, ötesini berisini tuttukları bir at arabasına yükleyip evine getirdiler. Hoş geldin demeye gelenlere “Hatice ablam da Çete emmim de bana yalvardı. İki büyüğüm olmasaydı feriştahı gelse bu eve gelmek şöyle dursun köye de köylülere de arkamı dönmezdim!” diyerek mudarasını paylaştı.

Törek, gelin giden her kızın arkasından bir ağıt yakmayı âdet hâline getirmişti: “Ahırda atlar tepişir / Çifte güvercin uçuşur / Mavi yeleği giyince / O kıza da pek yakışır”, bir başka köye gelin giden kız için de: “Evlerinin önü arpa /At geliyor kırpa kırpa / Cingözlü’ye gelin gitmiş / Sana atarlar bir sopa” dörtlükleri söyledikleri arasında en çok bilinenlerdendi.

Onun her tavrını yakından müşahede eden Emine bibinin: “Kızlara gönlü düşüyor / Onlar da hakkını yiyor / Gurbete gelin gidenler / Törek’e varsaydık diyor” dizeleri ile başka köye gelin gidenlerin evde bir huzursuzluk yaşadıklarında “Keşke Törek’e varsaydım!” sözü neredeyse atasözü hâline dönüşmüştü. Bu laf Törek’in kulağına gittiğinde Törek: “Olacağı buydu, daha çok pişman olursunuz!” diyerek kendisine bir pay çıkarmaktan geri kalmaz, arkasından da “Çirkin sen şurada dur, güzel arayayım; bulamazsam sana kul olayım.” diyerek de yorum eklemeyi ihmal etmezdi.

Törek’in evinin penceresi küçüktü. Hoparlörleri gövdesinden büyük teybi pencerenin önüne koyar, en acıklı türküleri dinletmek için köyün öte başından duyulacak kadar teybin sesini açardı. “Yine gam yükünün kervanı gelmiş” kasetini koyarak belki de derdi bölüşmek, paylaşmak onun en büyük temennisiydi. “Yedi yaşına değmeden ihtiyar oldum” türküsünü Törek’in evinin önünden geçip de ezbere bilmeyen yoktu. Hayat defterinin kapanacağını hissetmiş olmalı ki hastalığının son zamanlarında diline doladığı “Eşim dostum başucuma derilsin / Öyle cenazemi kaldırın n’olur” türküsü belki de onun sonsuzluk alemine yolculuğunun habercisiydi.

Törek; yoklukla yoğrulmuş, yoksulluktan yorulmuş, kimsesiz, tek başına yaşamasına rağmen ötelemelerin hiçbirine teslim olmadı. Kifayetsiz tiplerin masum, mazlum insanlara yapıştırmaya çalıştığı lakap baskısından kurtulmak arzusundaydı. “Adın Tek mi, Törek mi, Yalama mı?” diye soranlara bıkkınlıkla karşılık verir  “Ne derseniz deyin fark etmez.” deyip geçiştirirdi.

O, sonu gelmez bir roman gibiydi. Her sayfasında ayrı bir heyecan cümlesini görmek mümkündü. Oturup kalktığı her insanla paylaştığı ayrı bir hikâyesi vardı. Köyün dostluk ateşi onu ne kadar ısıttı bilinmez ama kendi çabasıyla kurduğu vefa, sevgi ve fedakârlık iklimini köyün mezarlığında yatan her fâninin başına bir ağaç dikerek taçlandırdı.  

Istırabı mazeret ve kaçış yolu olarak görenlere karşı hayata tutunmayı çare olarak gördü. Yüreğine kıymık gibi batıp canını yakan dertlerini ağıtlara dökerek sızısını azaltmaya çalıştı. Kimin hatırasına olursa olsun yaktığı her ağıtta kendi acılarını yaşadı. Kendisinin de arkasından nice ağıtlar yakıldı: “Gamlanır, susar, ağlardı / Coşar, bulanır, çağlardı / Yarasına tuz bağlardı / Göçtü gitti Törek emmi…” Vefatında çenesini Musa Avşar; ayaklarını da derdini, sırrını paylaştığı Hürü abla çattı.

 Törek, hiç evlenmedi. Evladı da olmadı. Çol çocuğa karışmadı. Kimsesi olmadığı için köylüler ona “Tek” unvanını verdi. Kendisi de hüviyet cüzdanına soy ismini “Tek” olarak yazdırdı. Avşar yöresindeki şöhreti Pınarbaşı’ dan Göksun’a, Andırın’ dan Kozan’a, Kadirli’ye, Ceyhan’a hatta Nizip’e kadar yayıldı. Arkasında anılarından başka miras bırakmadan tası tarağı toplayıp “Tek” olarak ebediyete göç etti. Ölmeden önce kendi elleriyle kazdığı mezarına gömüldü.

Toprak seni sıkmasın. Kabrin nur, mekânın cennet olsun “Tek” insan.

İhsan YALÇINKAYA

Eğitimci/Yazar

 

PAYLAŞ
×