Reklamı Kapat
İhsan YALÇINKAYA

İhsan YALÇINKAYA

İSKÂN, GAVLEŞZADE VE ASLANBEYLİ KÖYÜ CAMİSİ

Osmanlı Devleti 1866 yılında konargöçer aşiretlerin iskân işini ele aldı. Fırka-i Islahiye adlı bir komisyon kuruldu. Emrine askerî birlikler verildi. Başına Derviş Paşa getirildi. Komisyonun görevi: Devlet nüfuzunun varamadığı Çukurova’daki aşiretleri uzağa gönderme, sonra da iskâna tabi tutmaktı. 
Devlet tarafından yapılan izahta: “Nüfusa kaydedilmemiş aşiret topluluklarını kayıt altına alarak  ordu için taze askerî kuvvet toplamak.” olarak ifade ediliyordu. 
Bu aşiretlerden birisi de Avşarlardı. Tabiatın kucağına yaslanan Avşarlar dağların koyaklarında özgürce dolaşıyorlardı. Islık çalıp türkü söylüyor, kaval çalıp koyunla, kuzuyla dertleşiyorlardı. Padişahın yerleştirme emri; yer ile gök arasında serbestçe seyran eden, ata binip av avlanan; canını, tenini çayıra, çimene, toprağa adayan Avşarlar için tam manasıyla bir kâbustu. 
Yerini yurdunu terk edip kurak, çıplak boz araziye zorunlu yerleştirme kararı, ülü’l emrden gelmişti. Türkmen göçerlerin dil sözcüsü Dadaloğlu bu durumu “Derviş Paşa yaktı yıktı illeri / Soldu yurdumuzun bütün gülleri / Karalar geydik de attık alları / Altınımız geçmez akçe, tunç oldu” sözleriyle ifşa etti.
 Padişah Abdülaziz’in 1876 yılında vefatıyla birlikte aynı yıl Osmanlı Devleti’nin ilk anayasası olan “Kanun-ı Esasî” ilan edildi. İkinci Abdülhamid tahta oturduktan sonra Avşarların iskân kararı da uygulanmaya başladı. 
Pınarbaşı havalisindeki Uzunyayla, yurtluk olarak seçildi. Obalar yöreye alelusul serpiştirildi. Yerleşim yerlerinden birisi de Oğuz Türkmenlerinin Avşar boyuna ait Şahanlar köyü oldu. Köyün eski yeri Maraş Türkmenlerince kışlak olarak kullanılmaktaydı. Bir zaman sonra Aslan Beg olarak isimlendirilen köy; 27 hane, 97 nüfus olarak bir tepe eteğine yerleştirildi. Köy halkı tarla sürmeyi, ekin ekmeyi, tarım aleti kullanmayı bilmiyordu. Yaşayışları kışın Çukurova’da; yazın dağlarda, hayvan sürülerinin arkasında göçebelikle geçmişti. Örf, âdet gibi dünyevi hususlarda her ne kadar hassasiyetleri yüce olsa da uhrevi konulardan ya habersiz ya da  yetersizdiler. Bu hâl onların göçer hayat sürdürmelerinden kaynaklanıyordu.
Yerleşik düzene geçen aşiretleri devlet yakından takip ediyordu. İskâna tabi tutulan oymaklara dinini, diyanetini öğretecek; devlete bağlı olmayı takrir edecek erdemli, kerim, gönül dostu bir insan gönderilmesi planlanmıştı. Belirlenen isim meşveret edilmiş, kararlaştırılmış, soylu kişi anlamına gelen “Gavleşzade” mahlaslı Hasan Efendi idi. On sekiz yıl Mısır’da eğitim gören, ilmiyle amil Hasan Efendi, payitahttan sırtına heybesini alarak yola çıktı. Konya üzerinden Kayseri’ye, oradan da Pınarbaşı’na varıp  Aslanbeyli köyüne gelip yerleşti.
 Gavleşzade Hasan Efendi’nin ilk işi, civar köyleri dolaşarak yerleşim mekânlarında neler olup bittiğini müşahede etmek oldu. Kendisi İstanbul’dan geldiği için “Ev, ahır, samanlık yaparken yolu daraltmayın; ileride buralardan cansız makineler  geçecek.” “Birisi İstanbul’da konuşacak, siz buradaki  bir kutunun içinden  sesini duyacaksınız.” “Evlerinizde odunsuz, tezeksiz ısınacaksınız.” gibi sözler sarf ederek etrafındakileri şaşırtıyordu. Bilgisi, görgüsü, üslubuyla misafir olduğu köylerde itibar gören yirmi beş yaşlarındaki bu gencin basireti ilgiyle dinleniyordu. Gavleşzade Hasan Efendi bu yönüyle Avşar yöresinde “Goncalıs Fidan” ismiyle de anılmaya başlanmıştı.
Hasan Efendi, kışlakların yanında yaylakları da geziyordu. Kınık olarak adlandırılan Teke Türkmenlerinin bulunduğu köye vardı. Köyde ezan okunmasıyla birlikte çan çalınıyordu. Gavleşzade bunun bir tesadüf olduğunu zannetti. Oysaki ezan her okunmaya başlandığında çan çalınarak ezanın sesi bastırılmaya çalışılıyordu. Çok ürpermişti. Civar beldelere dinî hizmet verme konusunda bu şartlarda görevini ifa edemeyeceğini anladı. İstanbul’a haber yolladı. Sultandan bir havadis gelmeyince kendisi İstanbul’a gitti. Yıldız Sarayı’na vardı. Başkâtip Tahsin Paşa ile görüştü. Neden geldiği soruldu. Şevketlu tarafından Kayseri’ye görevlendirildiğini, Pınarbaşı eli için elzem olarak ekonomik ve askerî destek isteyeceğini söyledi. Talebin ardından dişe dokunur bir mali yardım bölgeye ulaşmasa da gereğinden fazla askerî birlik verilmesi Gavleşzade’nin işini epeyce kolaylaştırdı.
O zamanlar müstakil olarak kurulan okullara medrese denildiği gibi cami ve Kur'an okullarına da medrese deniyordu. Hasan Efendi Aslanbeyli’de bugünkü köy camisinin bulunduğu yere üç gözden oluşan bir medrese inşa etti. Burada Kur’an-ı Kerim, ilmihâl, itikat, siyer, güzel ahlak eğitimi veriliyordu. Emiruşağı’ndan, Çördüklü’den, Toybuk’tan, Demircili’den, hatta Aziziye’den Tomarza’ya kadar olan köylerden çocuklar Aslanbeyli’ye gelip Gavleşzade Hasan Efendi’nin dizinin dibinde dinî eğitim görüyorlardı.
Okulu bitiren çocuklar, isimlerinin başına getirilen molla veya fakı  unvanıyla buradan mezun oluyordu. Molla Ahmet, Molla Durdu, Fakı Hüseyin  gibi isimlerle anılan öğrenciler Aslanbeyli’den ayrılıp köylerine giderek öğrendiklerini kendi köylerinde yaşayan insanlara öğretiyorlardı. 
Gavleşzade Hasan Efendi ilk evliliğini Alagazili köyünden yaptı. Bir taraftan bölge insanının tedrisatı ile uğraşan Hasan Efendi, diğer taraftan da iktisadi olarak gelişiyor; hane olarak da çoğalıyordu. Bu arada Kınık bölgesi ve Teke Deresi’nin tapusunu da üzerine almıştı. Gavleşzade’nin Mustafa ve Mehmet isminde iki çocuğu dünyaya geldi. Mustafa Hoca’nın; Yahya Çavuş, Aziz Hoca, Hasan Çavuş, Çete Mehmet, Hayriye ve Cemci Hoca olmak üzere altı çocuğu oldu. Hafız Mehmet’in ise bir tek çocuğu vardı.  Adı Torun idi.
Torun, sanat ruhlu bir insandı. Babasının da tavassutuyla bir fırın yapma fikrini ortaya koydu. Amaç, medresede okuyan talebeler için ekmek yapmaktı. Torun, medresenin bitişiğine yapılacak fırın inşaatına başladı. Kayseri’den kağnıyla harman tuğlaları getirildi. Şabanlı köyünün arka tepelerindeki Gövpur’dan seklemlerle yeşil toprak taşınarak tuğla harcı yapıldı. Küçük Seki’den pişirme taşı olarak kullanmak için uzun sallar söküldü. Evlerden birer urup tuz toplandı. Kat mevkiinden hapanlarla getirilen beyaz toprak, tuz ve samanla karıştırılarak iç ve dış sıva yapıldı. Fırının haznesi, beli, bacası kurularak faaliyete geçirildi.
Torun’un felç geçirmesinden -yöremiz deyimiyle çalınmasından- sonra fırını mollalar,fakılar sırayla işletmeye çalışsalar da ilerleyen süreçte iş bilmezlik nedeniyle fırın kapandı. Teke Deresi’nde inzivaya çekilen Torun da ağaç kesmek için gittiği Cevizliçat’ta üzerine çam devrilmesi sonucu hayatını kaybetti.
Aslanbeyli’de  Gavleşzade’nin ölümüne yakın zamanda medresenin yerine cami yapıldı. Cami, minaresiz dam şeklindeydi. Damın üzerinde taş kubbe konuldu. Caminin avlusu, Karakevenlik’ten getirilen taşlarla çevrildi. Duvarın üstü, çalı çırpı ile korunaklı hâle getirildi.
Gavleşzade Hasan Efendi 1905 yılında vefat ettikten sonra cenazesi Aslanbeyli Köyü Camisi’nin avlusuna defnedildi. Köye ve yakın karyelere verdiği dinî eğitime hürmeten çocukları Mustafa Hoca ve Hafız Mehmet Hoca da babalarının yanına gömüldüler.
Hocaların vefatının ardından Gavleşzadelerden Cemci Hoca, Özsoylardan Hacı Hoca ve Toybuk Hoca, Dursunlardan Ali Hoca, Şahinlerden Hasan Hoca, Aslanlardan Serdar Hoca, Yusuf Hoca ve İsmail Hoca, Avşarlardan Seyfi Hoca ile Çil Kara’nın oğlu Mehmet Hoca; minareyi ezansız, camiyi cemaatsiz bırakmayıp gönüllü olarak imamlık yaptılar. 
1968 yılında Mulla Şahin’in muhtarlığı döneminde yeni caminin temeli atıldı. Mulla Şahin’in yurt dışına  işçi olarak gitmesi nedeniyle kendisinden sonra mührü devralan Değirmenci İsmail, azalar ve köy halkı caminin onarımını üstlendiler. Yapılan caminin eksiği gediği çoktu. Köyde kimsenin elinde avucunda para yoktu. Yoksulluk diz boyuydu. Ahali zor geçiniyordu. Köylüler birer kağnı yükü odun vererek caminin kaba inşaatını tamamladılar.
Her hafta bir köye misafir olan Halevikli Yeşil Osman, hanımı Şemşi bibiyle birlikte o hafta sonu Aslanbeyli’deydi; Çalık Dedelerde kalıyordu. Bir akşam namazının ardından hiddetlenerek caminin damına çıkıp şapkasını yere vurup bağırarak camiye bakılmadığını; çöken, çürüyen yerlerin onarılmadığını;  eşyaların dökün saçın olduğunu, ortalığın kir pas içerisinde bulunduğunu dile getirdi. Köylüler ar edip kısa süre içerisinde azdan az, çoktan çok vererek caminin eksiklerini giderdiler. Ertesi gün köyün kızları, gelinleri caminin içini dışına atarak halısını kilimini derede yıkayıp temizlediler.  
Eskiden devlet, köylere imam vermezdi. Köyde kimin yeterliliği varsa namazı o kişi kıldırır, iaşesini de köylüler tedarik ederdi. Bazı köyler ramazan imamı tutarak yemesini içmesini karşılar; oruç bittikten sonra da ununu, bulgurunu, yoğurdunu, yarmasını verirdi.  
Aslanbeyli köyünden Seyfi Hoca  iki kilometre uzaklıktaki Kurtlar köyünün ramazan imamı olmuştu. Bir cuma günü rahmetli babamla birlikte Kurtlar köyüne çerçiliğe gittik. Seyfi Hoca o gün başka  köyde vefat eden birinin cenazesine gitmişti. Namaz kıldıracak kimse yoktu. Cuma namazını rahmetli babam kıldırdı. Arkasından da ezbere siyer okuyup Battal Gazi hikâyeleriyle birlikte birkaç da kıssadan hisse anlattı.  Bu tutum Kurtlarlı Deli Ahmet’in çok hoşuna gitmişti. Babama “Ben senin bu kadar derin bilgilere sahip olduğunu bilmiyordum.” diyerek övgü yağdırdı. Köyün karşısındaki evini göstererek bahçedeki iki ağacın elmalarını çırp, topla, götür köylerde sat dedi. Ertesi gün elmaları çırpıp torbalara doldurduk. Elmaları çorap eskisi, naylon eskisi, yün, yumurta karşılığı köylerde satıyorduk.  Elma çok ekşiydi. Satın alan kişi dişleyip atıyordu. Hasırcılı Çerkez Emmi: “Hallo, bunları götür mallara yedir. Çoluk çocuğun dili dişi kamaşıyor. Böyle yaparsan bundan sonra getireceğin öteki matafları da satamazsın!” dedi. Kalan elmayı eşeklere, ineklere yedirdik.
Köye, Diyanet İşleri Başkanlığı kadrolu olarak ilk defa Adil Hoca isminde bir imam atadı. Adil Hoca Kara Yusuf’un oğlu Bilal Şahin’in evinde kalıyordu. Çok disiplinliydi. Köyün çocuklarına, gençlerine sureleri öğretiyordu. Kaytaranlara ise “Yandım Allah!” çektiriyordu. 
Aralıklarla köye epeyce imam geldi gitti. Hepsi de canla başla görev yaptılar.  Köy hocalarının içerisinde en uzun süre Şuayip Hoca kaldı. Uzun müddet kalmasının sebebi, köyden evlenmiş olmasıydı. Şuayip Hoca, 1996 yılında cami minaresinin yapılmasına öncülük etti. Kuran Kursu açtı. Kurs binasının kullanılmayan kısmını halı işliği olarak kiraya verdi. Şimdiki köy imamı Erzurumlu Hüseyin Ekinci Hoca, büyük bir özveri ve çaba içerisinde köy imamlığını sürdürmektedir.
6 Şubat 2023’te on bir ilimizi etkileyen Kahramanmaraş merkezli deprem, ülkemizde yediden yetmişe herkesin yüreğini dağladı. O gün yer beşik gibi sallandı. Feryat figan birbirine karıştı. Depremin etkisi Göksun-Sarız hattından Aslanbeyli’ye kadar ulaştı. Köy camisi dâhil yirmi dört ev ağır hasar gördü. Cami ibadet edilemez hâle geldi.
Aslanbeylililer “Güneş açtığında da yollarımıza kar yağdığında da birbirimize her zaman ihtiyacımız olacaktır.” dediler. “Kaderimiz, kıvancımız, tasamız aynı.” Diyerek, Jet Mehmet Dursun Başkanlığında  “Aslanbeyli Köyü Cami Yaptırma ve Yaşatma Derneği” ni kurup cami inşaatını başlattılar. Köy halkı gücü ölçüsünde cami yapımına katkı sağladı. Pınarbaşı Belediye Başkanlığı  desteğini hiç  esirgemedi. 
Yokluk yıllarında keşik imtihanını başarıyla geçen Aslanbeylililer, cami yaptırma konusunda da mertliğin adresi oldular. Köy muhtarı ve köylüler, düşünen tohum, konuşan toprak misali yıkılan tek katlı caminin yerine Pınarbaşı’ndaki Karslı Cami emsali üç katlı olarak köy camisini yeniden ayağa kaldırdılar.
Aslanbeyli köylüleri, ruhun ve bedenin zaferine katkı sunan, etraf köylere de örnek olacak şekilde yaptıkları caminin gurur ve huzurunu yaşarken Anadolu’nun sessiz, sakin köyleri gibi işinde gücünde olup geleceğe umutla, güvenle bakarak yaşamaya devam etmektedirler. 
 
İhsan YALÇINKAYA
Eğitimci / Yazar
PAYLAŞ
×